İnsanlıkta “insanlık çizgisi” adında “ana akım” bir güzergah vardır. Bunu her
devrin düşünürleri üretmiştir. Bütün toplumlar bu çizgiye dahil olmak zorunda
kalmışlardır. Bu çizginin üç bin yıl önceki kesiti Yahudilik tarafından belirlenmişti.
Ardından Hristiyanlık tarafından sürdürüldü. Fakat bu arada insanlık çizgisine
milattan önce son bin yılda “felsefi düşünme” diye bir girdi yapıldı. Çağımız
öncesi kesiti, Yahudi-Hristiyanlık idi. İslam, bu aşamada geldiğinden, Yahudi-
Hristiyan dinsel kesitine dahil olmaya çalışmıştır. Nitekim bu kesite dahil olmak
amacıyla Abbasiler, “Beytul Hikme” adlı felsefi, bilimsel ve teolojik hareket
üretmiştir. Fakat bu çaba, İslam’ı insanlık çizgisini sürdüren bir kesit yapamadı.
Çağımızdaki kesiti, dinsel kesitten tamamen çıkılarak, daha önce girdi yapan
felsefi düşünme kesiti devralmıştır. Çağımız öncesi Türkler; Selçuklu ve Osmanlı
adıyla, bu dinsel kesite dahil olma teşebbüsü yapmıştı. Fakat bu kesite bir
katkıda bulunamadı. Çünkü teolojik, felsefi ve bilimsel çalışmalar yapmadığından
bu kesite bir katkı yapmamıştır. Çağımızdaki kesite Atatürk’ün Cumhuriyet
devrimiyle dahil olma teşebbüsü yapıldı. Bu nedenle çağımızın felsefe ve bilimine
eklemlenip üretim yaparak insanlık çizgisinin çağımız kesitine katkıda bulunmak
istemiştir ama bunu henüz başaramamıştır. Üniversitelerimizin, ilk beş yüze
girememesi bu katkıyı yapmadığının göstergesi kabul edilir.
Dahil Edilme İhtiyacı
Antropolojiye göre, toplumlar varlıklarını sürdürebilmek, kişilik kazanmak ve
küresel sosyalleşerek kabul görme arzusu nedeniyle insanlık çizgisine dahil
edilme ihtiyacı duyarlar. Dahil olmayı, ancak o çağın standartlarında felsefi ve
bilimsel ürünler üretmekle gerçekleştirmek mümkündür. Kendileri, çağın istediği
standartta fikirsel ve bilimsel ürünler üretemeyen toplumlar, dinlere sığınırlar.
Sosyal psikolojiye göre, dahil edilme ihtiyacı en ilkel ve çocukluk dönemi
psikolojik ihtiyacıdır.
Bir toplum düşünün; çağında dünyanın entelektüel, bilimsel ve felsefi dünyasında
söyleyebilecek hiçbir özgün ve öznel ürünü, hiçbir dinleyicisi ve değeri yok.
Üstelik o dünyada olup bitenleri anlamıyor ve anlamlandıramıyor. Oraya uyum
sağlayamadığı gibi oraya düşman olmakla övündüğünü açıkça söylüyor. O dünya
ile sosyalleşemiyor ve kültürleşemiyor. Kendisini orada ispat edecek çağdaş
kişilik kazanamıyor. Çağdaşlığın nazarında “Genelleştirilmiş bir öteki” olmaktan
kurtulamıyor. Kafa ile yapılabilen bu işlemleri yapamayınca, kendisinin varlığını
ispat etmek için doğal ve bedensel aygıtları kullanarak en azından sözel şiddete
başvuruyor.
Türkler ve İslam Tarihine Dahil Olma
Türklerin, Tarihlerini İslam’la Başlatmaları
Türkler, tarihlerini İslam’la başlatırlar. Halbuki onların tarihi daha öncelere
dayanır. Tarihi, İslam’la başlatmak, Türkleri köksüz ve tarihsiz yapmaktadır.
İslam’la başlatmak istemelerinin şu nedeni olabilir: Türkler’in, İslam öncesinde
entelektüel ürünler üretemediklerine inanmalarıdır. Bir din bile üretememişlerdi.
Özellikle insanlık ana akım medeniyetinin o devirlerdeki kesitini eline alan Semitik
din zincirinde Hristiyanlık ve İslam gibi bir halka üretemediler. Bu eksikliğini telafi
etmek amacıyla ana akım medeniyete dahil olmak ister.
“Büyük milletlerin içinden din üretemeyen tek millet belki de sadece
Türklerdir.”