Sünnilik, Alevilik
Türkler, Semitik din kanalına İslam kanalıyla en son girenlerdir. Yani dinle
tanışmada Araplardan daha geç kalmışlardır. Bu geç kalmışlığın sonuçları, İslam
tarihinin ilk problemlerini hala tartışıyor olmalarında görülür. Sünniliğin ve
Aleviliğin çıktığı İslam’ın ilk döneminde Müslüman olmadıkları, onlar arasında
çıkan siyasal savaşlarda ne öldüren ne de öldürülen tarafta yer almadıkları halde
hala o problemleri tartışıyorlar. Tartışmanın sebebi, o tarihi kendi tarihi yaparak o
tarihe kabul edilmek ihtiyacı duymasındandır. Bu problem, tarihini İslam’la
başlatmaktandır. Ne öldüren ne de öldürülen tarafında yer almadığın tarih senin
tarihin olamaz. İleride Avrupa Birliğine girdiğimizde, onun tarihi bizim tarihimiz
mi olacak? Bir sisteme dahil olmak, o sistemin tarihine girmekle olmaz. O
sistemin değerlerini almak ve onlarla oluşmakla olur. Şimdi Türkler İslam’ın
değerleri ile İslamlaşamadıklarından, onun tarihiyle İslamlaşmaya çalışıyor.
Boşuna uğraşıdır. Bu tartışmalarla topluma yazık edilir.
Türkiye, antropolojik olarak, bu dahil olma ihtiyacında bir toplum olma
durumunun göstergelerini gösteren bir toplum olarak görülür. Fakat bu dahil
olmayı, kendi ürettiği fikirsel ve bilimsel ürünlerle yapamadığından, hasbelkader
dünyada bir değer edinmiş olan İslam tarihine sığınarak telafi yoluna gider. İslam
tarihine dahil olma pahasına İslam tarihinde yaşanan savaşların tarafı olmaktadır.
Halbuki Türkler, bu savaşlar vuku bulduklarında Müslüman ve o savaşlarda aktör
değillerdi. Türk Aleviler de aynı hatayı işlemektedirler. Onlar da Ali’ye karşı
işlenen eylemler gerçekleştiklerinde Müslüman olmamışlardı henüz.
İslam hareketinin kuruluşundaki ve daha sonraki iktidar kavgalarının
taraflarından birinde yer almayıp, onbinlerce öldüren ve bir o kadar sayıda
öldürenlerden olmayıp, o kavganın taraflarında asırlar sonra yer almaya ve bu
tarihi kendi tarihi yapmaya çalışmak, tarih felsefesi açısından saçmadır ve
imkansızdır.
Geç Kalmışlık ve İslamcılık
Türkiye, geç kalmışlığını telafi etmek amacıyla, geçmişin ürünü olan İslamcılığa
sığınır. Eski malzeme ile yeni bir şey yapılamaz ki. İslamcılık, İslam’ı inanç,
düşünce, ahlak, siyaset, idare ve hukuk bakımından hayata hakim kılmak,
Müslümanlar arasında birlik ve dayanışmayı tesis ederek, İslam ülkelerini Batı
karşısında geri kalmışlıktan kurtarmak amacına yönelik bir çözüm arayışı olarak
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı aydınları tarafından dile
getirilmeye ve tartışılmaya başlanmıştır.
“Osmanlı aydınları, Batı’daki felsefeyi övmeye başladılar ama aynı
evsafta felsefeyi yapan hiç kimse çıkmadı.”
XIX. yüzyılda Müslümanlar eğitim, bilim ve teknoloji alanındaki geri kalmışlıktan
kurtulmak için bir taraftan Batı’nın bilim ve teknolojisini almanın ve
modernizasyonun gerekliliği üzerinde dururken, diğer taraftan onun pozitivist,
materyalist kültürüne ve felsefesine karşı kendi inanç ve geleneklerini koruyup
geliştirmek amacıyla bir dönüşüm ve değişim içerisine girmişlerdir. Ama
korumaya çalıştıkları ürünler yine kendi ürünleri değildi, İslam adı altında ve
Allah da olsa, başkasının ürünleriydi. Osmanlı kendisini modernleştiremedi.
“Düşünmeyi sevmeyen ve bilgisizliği seven toplumlar, dinlere sığınırlar.”
Kolektif Kimlik