Birkaç hafta önce, muhtemelen açık
yaramdan kaptığım virüs, savunma sis-
temimi parçalayıp geçmişti. Gözlerim
cehennem alevi gibi yanmakta, avuç
içim şişmiş ve kaşınmaktaydı. Normal
şartlarda bundan tedirgin olmalı ve
doktora başvurmalıydım. Ama nasıl
hissettiğimi anlayamadığım bir düşün-
ce, “şey”, beni bundan alıkoyuyordu.
Belki de sadece tüm bu kargaşanın ye-
rine, sakince müzik çalarıma uzanan
ellerim, listemden açtığım, muhtemelen
açabileceğim son şarkılarım arasında
seçim yapabilmek, daha huzurlu geli-
yordu. Kendimi küçük bir fahişe gibi
hissediyordum. Yerde, dudakları kıp-
kırmızı, gözleri birkaç santim açık, ça-
resiz, olgun ve düşüncesiz. Simsiyah,
mor şeritli, milyon ruhu akıtan kirli bir
asfalt ve kapkara gökyüzü arasındaki
beyaz tenli ve kırmızı ayakkabılı nötr
bir canli. İki ihtimalli bir sonucun ara-
sında, birinden birini seçmeye zorla-
nan, sadece o an için huzurun hangisin-
deyse ondan yana gitmek istediğini dü-
şünen huzursuz bir yaşlıydım. Hayatın
seçimi olmayan başka bir alanı da ol-
malıydı, diye düşünüyordum. İnsan
bedeni, bu kadar seçime dayanabilecek
güçte değildi. Gözlerim kapanırken ve
ateşten vücuduma sancılar girmeye
başlarken, böyle bir yerin hayaline ka-
pıldım. Zamanımı harcamıyordum, ak-
sine alabildiğine özgürdüm ve bu öz-
gürlük, beni seçmeye yakın olduğum
yola daha da yaklaştırıyordu. Ölümün
de bir karizması vardı. Şu dakikadan
sonra yaşarsam da diyebilirdim ki; her
canlı ölümü tadacaktır, değil. Her canlı
ölümü tatmalıydı. Ölüm, bahşedilen
sonsuzluğun patladığı, saçıldığı, seçim-
siz, boşluk bir meydandı. Sürrealistti.
Öncesinde huzur vardı. Çünkü şu an
hissettiğim şeyin başka bir açıklaması
yoktu. Huzurluydum. Ve ölüyordum.
Müzik çalarımdan bir şarkı açarak da
bu sonu, serenat haline getirmeliydim.
Ölümüme yakışır olmalıydı. En azın-
dan odadaki tek kişi olarak, ben bu fi-
kirdeydim. Yaşlılıktan olsa gerek, tit-
rek, damarları bir sur gibi belirmiş elle-
rim, yerdeki eski kutuyu almak üzere
masaya doğru atıldı. Özgür olan sadece
ben değildim. Uzuvlarımı hissetmiyor-
dum, beyin kontrol mekanizmam, his-
lerimi devre dışı bırakmış olabilirdi.
Yine ben tüm bunları düşünürken, elle-
rim makineyi kapmıştı. Birkaç sendele-
meyle, koca makine kendini açtı. Yan-
maktan artık acısını hissetmediğim
gözlerim, kendini kapatmak için yalva-
rır haldeydi. Son şarkımı dillendirmesi
için makinem, kapatmamalıydım. Tam
o sırada, hatırımda kalan tek şey; kalbi-
me giren sahte, sert bir mızraktı. Acı
doluydu. Aynı anda gözlerimin önünde
iki yıldız çarpıştı. Kulaklarımda çığlık-
larla dolu bir yankı oluştu. Odayı ani-
den palyaçolar ve joglörler doldurdu.
Ağaçlardan elma ve portakallar düştü.
Şapkalı cadı gözlerimin önünden kedi-
siyle uçtu gitti. Çok küçük bir andı.
Uzaktan bir ışık, salonumun tavanına
doğru yükselişe geçti. Oldukça ince
Julia Dream’a.