Oysa bir mektup, yakılmalıdır... Yak-
mak, tek bir dokunuşla silmekten daha
onurlu bir davranış değil midir?
Yakılan onlarca mektubun hatırına, bir
koku kaldığını fark ediyorum, bu akşam
hala, biri senin biri benim elimde olan bu
kitapta. Ama hala merak ettiğim bir şey
var; sana verdiğim o kitabın ilk sayfasın-
daki notu yırttığını biliyorum, ya kitabın
geri kalan parçaları nerede? İşte asıl me-
rak ettiğim de bu. Yazdığım notu neden
yırttığın değil de öteki parçaların nerede,
kimlere ulaşma ihtimalinin olduğu. Hiç
kitap okumamış bir insanın altı çamurlu
botlarını basarak geçip gittiği, üzerimden.
Bu soğuk kış günlerinde...
Sigaramı kül tablasına söndürdüğümde
havanın oldukça soğumuş ve elimin do-
nuk bir hal aldığını fark ediyorum. Belki
buradan kalkarak herkes gibi mutlu ola-
cak bir şeyler yapmalıyım. Neşeli olma-
ma rağmen... Fakat herkesin mutlu ola-
cağı şeyler yapmak ile mutlu olmak ara-
sında oldukça fark var. Ne çıkar, arada
bir insanca şeyler istemekten.
İçeriye girmek üzere ayağa kalktığımda
kafam da yeni bir soru beliriyor. Dışarıya
çıktığımda, geriye ne bırakmış olacağım.
Bir sigara izmariti, kayıtlarda de giriş
çıkışımı gösteren birkaç güvenlik kame-
rası görüntüsü, kitapçıda çalışan eski bir
dost... Belki de en doğrusu, üşütmekti
kendini. Üşütmek, dünyanın en güzel
hastalığı olmalıydı. Böylelikle bir süre
daha sızlanıp, tembellik yapabilir ve en
sevdiğim yemeklerden yiyebilirdim. Sırf
hasta bir adam olduğum için.
Öyle de oldu. O gece sabaha kadar uyu-
yamadım. O kadar çok kusmuştum ki,
artık midem de hiçbir şey kalmamıştı.
Yirmi dört yaşına girmek üzere olan genç
bir adamdım. Biraz üşütmüş, nereye ışık
yaktığı belli olmayan bir liman. İnsan
hasta olunca her şeye rağmen, nefes al-
manın güzel bir şey olduğunu daha iyi
anlıyor, ne zamana kadar, iyileşene...
İyileşene kadar.
Murat Korkmaz