TALUT VE CALUT NE ANLATIYOR?
Malum, Kur’an’da Tâlût ve Câlût kıssası var.
Bakara suresi 243-251 arasındaki bölüme
yerleştirilen bu kıssanın diğer birçoğu gibi
tanınmaz hale getirildiğini görüyoruz.
“Ölü Kur’an” anlatıcıları diğer kıssalarda
olduğu gibi burada da neler anlatıyorlar
neler.
Kıssada geçen Tâlût, Câlût, Tâbût, Dâvût
kelimelerine sırlı ve gizemli manalar
yükleyerek “Alaaddin’in sihirli lambası” veya
“Uçan halı” tadında, Türklerdeki “Deli
dumrul”, “Kesik baş”, “Alper Tunga”,
Farslardaki “Zalaoğlu Rustem” veya “Yedi
başlı ejderha” hikâyeleri gibi bir tür Arap ve
İbrani halk hikâyesi...
Birçok Kur’an ve Tevrat tefsirini okuyun
ağzınız açık kalır ve kıssanın içinde kaybolur
gidersiniz. Sinemada fantastik bir film seyretmiş gibi olur, yorgun geçen
bir haftanın bütün stresini atarsınız. Zaten modern insan için dinler bunun
için var değil mi? Öyle ya “son tahlilde” İslam da dinlerden bir din, Kur’an’
da kutsal kitaplardan bir kitap (!).
Mesela kısa bir fragman: Bir beldede binlerce kişi veba salgınından ölmüş,
cesetler sağa sola saçılmış, peygamber Allah’tan ölüleri nasıl dirilteceğini
göstermesini istemiş, Allah da cesetlere “yaşayın” demiş, etler ve kemikler
havada uçuşmuş, gelip bedenleriyle buluşmuş ve böylece binlerce ceset
dirilmiş, sonra hepsine ‘ölün’ demiş ve binlercesi tekrar ölmüş...
Tâbût’ta (kutsal sandık) Hz. Adem zürriyetinden tüm peygamber
olacakların resimleri varmış, bu Hz. Yakub’a kadar nesilden nesile gelmiş,
en sonunda Yakup soyundan gelen İsrailoğullarının elinde kalmış, onlar
savaşa girdiklerinde düşmanları ile çarpırşırken melekler üzerlerinde
taşıyormuş, Tâbût’tan ses işittiklerinde zafer kazanacakları kesin olurmuş,
savaşlardan birinde Amelika (Filistin) kavmine yenilmişler ve Tâbût’u
ellerinden alarak tuvalet olarak kullanılan bir yere atmışlar, öyle ki bu
sandukanın bulunduğu yerde def-i hacet yapan herkes basur hastalığına
yakalanıyormuş, sonra sandukayı oradan alıp iki öküzün/ineğin üzerine
koymuşlar, melekler öküzleri sürüp Tâlût’un evine kadar getirmişler, sonra
İsrailoğulları sandukayı Tâlût’un evinde görünce onun komutanları
olduğunu anlamışlar, kıssada işte bunlar anlatılıyormuş! (Razi, Kurtubi,
İbn Kesir, Taberi)....
Görüyorsunuz kıssa nasıl da “kesik baş” hikâyesine dönüştürülmüş.
Türklerdeki Dede Korkut hikayeleri gibi Arap/İbrani halk mitolojisi olmuş...
Gerçi hikaye ve masallar gayet öğreticidir ve bana göre esaslı edebiyat
metinleridir ama Kur’an’ın anlattığı “kıssa” başka bir şey...