Düşündü, ölçtü, tartı
Kahrolasıca nasıl da ölçüp biçti
Canı çıkasıca boyuna hesap yapıp durdu
Çevresine bakındı, kaşlarını çatıp surat astı
Sonra sırtını döndü ve küstahça böbürlendi;
“Bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değil” dedi
“Bu bir insan sözü, başkası değil” diye diretti
Onu ateşe sokacağım
Ateşin ne olduğunu bilir misin?
O öyle bir ateş ki geride bir şey koymaz
Derileri yakıp kavurur...”
(Müddesir; 11-29)
Burada anlatılan “O” ise Mekke’nin tek ve eşşiz mülk sahibi diye bilinen
Velid bin Muğire idi. Bu nedenle kendisine Velid bin Muğire el-Vahid
deniyordu. Ona nazire yapılarak “O doğarken tek (vahid) yarattığım
adamı...” deniliyor. Bu Velid, Kabe’nin yapımında “Haram para
getirmeyeceksiniz” diyecek kadar dindardı. Kabe’nin Rabbi’ne inanırdı,
tavaf eder, cünup olunca gusül abdesti alır ve salat ederdi (Kendince
namazı vardı).
Fakat o mamona (paraya) tapan bir tüccar, tefeci bezirgandı.
Yoksulları hor görürdü. Peygamberimizin yanına yoksul ve kör biri gelince
surat asmış ve öte tarafa dönerek “Yoksul ve kör birisiyle aynı
mecliste oturamam” diyerek çetesiyle kalkıp gitmişti. Peygamberimiz
buna rağmen ona tebliğ için “Dur neden surat asıp kalkıyorsun, otur,
konuşalım” deyince gelen ayetlerde “Bırak, o umutsuz vak’a” dercesine
uyarılmıştı. “Abese” (surat astı) suresi bunun için inmişti. İşte o Velid için
burada da aynı kelime kullanılıyor: “Sonra surat astı ve bakındı”
(summe abese ve besera)...
“Düşündü, ölçtü, tartı, nasıl da ölçüp biçti, boyuna hesap yapıp
durdu, bakındı, kaşlarını çatıp surat astı, sonra sırtını döndü...”
ifadeleri bize tefeci bezirgân karakterini resmeder. Bunları genellikle
tüccarlar yapar. Peygamberimizin söylediklerini ölçüp biçiyor, “Bundan
zarar mı ederim, kâr mı?” diye hesaplar yapıyor. Sonunda bu işten zarar
edeceğini, mülkünün paylaşılacağını anlayınca basıyor yaftayı: “Bu
eskilerin masalından başka bir şey değil...”
Ardından öfke patlıyor:
“Onu ateşe sokacağım. Ateşin ne olduğunu bilir misin?
O öyle bir ateş ki geride bir şey koymaz. Derileri yakıp kavurur...”
Surenin sonuna doğru ise şu sahne var: “Sizi ateşe sokan nedir? diye
sorulunca şöyle diyecekler; Biz salat etmezdik (yani) yoksulu
doyurmazdık. Günahkarlarla günaha dalardık (yani) hesap gününe
inanmazdık. Gerçeğin ta kendisi olan ölüm gelinceye kadar hep
böyleydik...” (Müddesir; 43-47).
Burada da salat (namaz) kılmalarının onları yoksula götürmediği, hesap
gününe inanmalarının da günaha dalmayı engellemediği anlatılmak istenir.