Bunlar Fenikeli denizciler, Babilli yapı ustaları, Hititli askerler ve çeşitli
kabilelerden katılanlardan oluşan ordusuydu yani siyasi ve askeri
gücüydü...
“Rüzgarlar”, “Cinler”, “Şeytanlar”, “Kuşlar” o dönemde değişik kabilelerin
ad, arma ve sembolleriydi. O devirde öyle anılmaktaydılar.
Böylesi bir siyasi ve askeri güçle (mülk) rızık ve rızık kaynaklarının
zenginler arasında dönüp dolanan bir devlet haline gelmesine mani olacak,
“hayr sevgisi” ile zengin ile yoksul arasındaki uçurumu kapatacak,
“bilgi, iktidar ve serveti” tüm tabana yayacaktı. Bunların bir takım
odaklar elinde dönüp dolanan “hegemonya aracı” olmasına izin
vermeyecekti. Bir peygambere mülk verilmesinin amacı buydu. Böylece
mülk tümüyle Allah’ın (halkın) olacaktı.
Düşünün...
Türkiye Devleti’nin siyasi, iktisadi, askeri gücü, tüm taşınır ve taşınmaz
mal varlığı yani Türkiye Cumhuriyeti’nin mülkü (ülke, devlet, toprak,
hazine) kimindir? Cumhurbaşkanı’nın mı?
Hz. Süleyman’ın durumu da böyleydi.
O devirde devletler ve imparatorluklar, halk arasında, başında bulunan
kişinin adıyla anıldığı için “Süleyman’ın mülkü” dendi.
Hz. Süleyman, mülkü tamamen Allah’a (halka) ait kılmak için, O’nun
mülkü üzerinde görevlendirilmiş bir kamu adamıydı (halife). Hz.
Peygamber gibi Beytu’l-Mal’den aldığı maaş ile geçiniyor ve gayet
mütevazi yaşıyordu. Şahsi serveti yoktu. Görevi mülkü zimmetine
geçirmek, kendini ve ailesini zenginleştirmek değil; hayr yapmak;
dağıtmak, paylaştırmaktı. Onun için “hayr (dağıtma/verme/infak)
sevgisi” ((Sad; 38/32) ona sevdirilmişti...
Kendisi de tıpkı İbrahim, Yusuf, Musa, İsa ve Muhammed (hepsine selam
olsun) gibi halktan biri gibi yaşamaktaydı. Onca görkeme, makama,
ordular yönetmesine, emretme gücüne rağmen bunlar (zamane liderleri,
komutanlar, krallar, sultanlar) gibi giyinmez, yaşamaz ve davranmazdı...
İbranî (Tevrat) anlatısı, Hz. Yusuf’u, bolluk zamanında biriktiren, kıtlık
zamanında da o biriktirdikleri ile insanları köleleştiren muhteris bir vezir,
tacir olarak resmeder. Tevrat’da Yusuf böyle anlatılır. Oysa Kur’an’da
anlatılan Yusuf, bolluk zamanında ambarları dolduran, kıtlık zamanında da
ihtiyaç sahiplerine dağıtan tedbirli yönetici (kamu adamı) olarak anlatılır.
Hz. Süleyman da böyledir.
Tevrat’ın Süleyman’ı “mal sevgisi” kendisine sevdirilmiş, kişisel
zenginlik, lüks ve servet sembolüdür. Kur’an’ın Süleyman’ı ise
“hayr/infak sevgisi” kendisine sevdirilmiş, paylaşım ve kerim (devlet)
sembolüdür.
Hz. Süleyman’a “hayr sevgisi” (hubbu’l-hayr) amacıyla mülk verildiğini
söyleyen yukarıdaki ayetler, Fecr; 17-20’de “öksüze kerim olmayan” (la
tukrimûne’l-yetim), “birbirini yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen” (la
tehâzzune ala teâmi’l-meskîn), “ellerine geçeni hiç bir sınır tanımadan
yedikçe yiyen” (te’kulûne’t-terâse eklen lemmâ), malı çok seven,
yığdıkça daha çok seven” (tuhibbûne’l-mâle hubben cemmâ) şeklinde
tarif edilen tefeci bezirgânların “Kala kala vahiy almak bu adama (öksüz