Muhammed) mi kaldı” itirazları altında aşağılanan Hz. Peygamber’e Mekke
yıllarının orta dönemlerinde gelen Sa’d suresinin ayetleridir.
Sure nasihatlerle başlar, mutlu gelecek, büyük zafer ve yeryüzü
egemenliğinin (İsa’nın diliyle Göklerin Krallığının) yakın olduğu müjdesini
verme sadedinde Davud örneğinden konuya girilir. Ardından söz
Süleyman’a getirilir. Davud örneğinde yeryüzünde halife (önder) olmanın,
mülk ve egemenlik kurmanın olmazsa olmaz dört şartı sıralanır. Süleyman
örneğinde ise mülk (görevi; hakkı değil) verildikten sonra bunun nasıl
kullanılacağı, bunun olmazsa olmazları sıralanır: 1- Ömrünü Allah ile
yürümeye adamalı 2- Hayr (kerem/infak/verme/dağıtma) sevgisi içinde
olmalı 3- Varlıkta, yoklukta, hastalıkta, sıhhatte, iyi günde kötü günde
daima mütevazi ve alçak gönüllü olmalı. Ne oldum değil; ne olacağım ona
bakmalıdır. Eğer böyle olursa yeryüzünde bir egemenlik kurmanın Allah
katında bir “anlamı” olur. Aksi halde kişisel servet, şöhret ve cihangirlik
davası olur ki “ha bir kuru emektir”...
Durum böyle olunca , Kur’an’a bir türlü kerim gözle bakamayan “kör
klavuz” okuma, Hz. Süleyman’ı, Fecr; 88/20’de “malı çok seven,
yığdıkça daha çok seven” (tuhibbûne’l-mâle hubben cemmâ) şeklinde
tasvir edilen mal düşkünlerinden birisi yapar. “Hubbu’l-hayr”ın
peygamberlerin dilinde ne anlama geldiğini bir türlü kavrayamaz. Tüccâr
bezirgân kafası, onu hemen kişisel zenginlik ve servet edinmeye
dönüştürür.
Gelelim “Süleyman’ın mülkü” hakkında bir başka şeytanca telkine...
Süleyman’ın onca mülkü “büyü” sayesinde elde ettiği yalanına...
Güya Süleyman onca mülkü büyü yaparak elde etmiş. (Günümüzde buna
spekülatif kazanç, faiz, borsa, üç kağıt vs. deniyor!)
Samua yerlilerinin lideri Tukiai’nin “Korunaklı bir yere koydukları yuvarlak
metal ve ağır kağıtlarını, kendileri çalışmadan ağacın yaprakları gibi
artırdıklarını büyünün yardımı olmadan nasıl başardıklarını anlayamadım”
dediği şey...
Ayet-para-büyü arasında nasıl bir ilişki olabilir ve bunun “Süleyman’ın
mülkü” ile ne alakası var diyeceksiniz?
Dinleyin...
“Onlar Süleyman’ın mülkü hakkında şeytanca telkinlere uydular.
Süleyman değil; şeytanca niyetler taşıyan o kimseler kâfirdi. Onlar
insanlara büyü öğretiyorlar ve Babil’de Harut ve Marut adlı iki
meleğe indirilen şeyin büyü olduğunu sanıyorlardı. Oysaki o iki
melek “Biz ancak bir sınama vesilesiyiz, sakın kâfirlik etmeyin”
uyarısında bulunmadan kendilerine vahyedileni bildirmiyorlardı.
Bu iki meleğin öğrettiklerinden karıkoca arasında nasıl
huzursuzluk çıkarılacağına dair büyüler çıkarıyorlardı. Ancak bu
Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremeyecekleri, sadece
kendilerine zarar veren ve hiçbir faydası olmayan bir bilgiydi. Oysa
onlar bu işlerle uğraşanların ahiret hayatının güzelliğinden
nasipsiz kalacağını çok iyi biliyorlardı. Kendilerini onun ile
sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu bilselerdi.” (Bakara; 2/102).