Efendiden de Arapça ve farscaya devam ediyordu. On üç
yaşında iken tercüme odasına hülefa oldu. Bir sene de
böyle geçtikten sonra Tahran’a elçi olan babasile beraber
İran’a gitti. Oradan farisiyi konuşmaya başladıktan sonra
Sâdi, Kaâni, Şevketi Buharî, Hafız onun ruhunda şiir
ihtiyacına enis oldular. İlk zevk aldığı edebî mütaleaları fars
eserlerindedir. Bizimkileri daha sonra öğrenmiştir.
Üç dört sene orada kalan Hâmid, babasının birdenbire
vefatı üzerine on dokuz yaşlarında İstanbul’a dönüyor.
Maliye, Şûrayı Devlet ve sadarette kalem efendisi oluyor.
Bir sene sonra Piri Zade ailesinden Fatma Hanımla
evleniyor. Macerai aşk bu senelerin mevlûdudur.
Hâmid’i yirmi beş yaşında Paris sefareti ikinci kâtibi
görüyoruz. İki buçuk sene sonra Nesteren yüzünden
memuriyeti ilga edilerek açıkta bırakılıyor. Golos şehbenderi
oluyor, oradan Poti’ye naklediliyor, oradan Bombay’a
gidiyor. Üç sene kadar kaldığı Bombay’dan hasta refikasını
İstanbul’a getirirken genç kadıncağız yolda vefat ediyor ve
Hâmid, onu Birut’da defnediyor.
O, Londra’ya gitmek istiyordu. Bu tarihlerde en büyük
emeli buydu. Nihayet 35 yaşında iken Londra Sefareti
başkâtibliğine tayin edildi. Orada, Fatma Hamm’ın
vefatından beş sene sonra da bir İngiliz bayanile evleniyor,
ve onunla da 21 sene yaşıyor, o da ölüyor.
Meşrutiyet, Abdülhak Hâmid’i Londra Sefareti müsteşarı
olarak bulmuştu. Brüksel sefiri yaptılar. Kendisine teklif
edilen Maarif Nazırlığını kabul etmedi. Sefaretten tekaüt
oldu ve âyan meclisine âza tayin edildi. Mütareke devrinin
bir kısmında hayatının hiç bir anında görmediği büyük
sıkıntıları çeken ihtiyar şaire cumhuriyet himaye kanadını
açmakta bir an tereddüt etmedi. Şehri kendisine lâkayt