kendisinden söz açmış:
— Hâmit Efendi, beyitler falan yazıyormuş, öyle mi? Bunun
üzerine, o zamanki biricik mecmua «Serveti Fünun» da
çıkmış bir kaç eserini gösterip, izahat vermişler. Bu sırada
Londra Sefaretinde bulunan şâir; izinli olarak İstanbul'a ve
bir gün de Yıldız Sarayına gelmiş. Baş Mabeyinci, bıyık
altından gülmüş:
— Zatı şahâne; geçende, sizin beyitler falan yaptığınızdan
bahis buyurdular!.. Kendisinin küçümsendiğine kızan şair;
nazım şekillerinde kafiyeli çift mısrâ ile, Arapça «ev»
mânâsına gelen bu «beyit» kelimesinden güya şöyle bir
nükte yapmış:
— Evet; biz beyitde yaparız, beyit de yıkarız!..
Yâni: Şiir de yazarız, Padişahın evini de yıkarız... Hâmit’in
— zaruret icabı — Abdülhamid’e mektuplar yazıp kendisine
yardım rica ettiğini göz önünde tutarsak böyle bir celâdet
gösteremiyeceğini tahmin ederiz. Oysaki; Mithat Paşa’yı
Taif’e, Namık Kemal’i Magosa’ya süren Abdülhamit; kendi
evini yıktırmak değil, insanı evin temeline diri diri
gömebilecek zora sahipti.
*****
BİR gün; bodrum katında, fakat Dolmabahçe’ye kadar
geniş manzarası olan arka kapıda iskarpinlerini
boyuyormuş. Yukarı katların birinde oturan — biraz züppe
— bir ahbabı ziyaretine gelip Hâmit’i bu işle meşgul
görünce şaşırmış. Biraz küçümseme ile dudak büküp:
— Ne o?.. demiş; kendi iskarpinlerinizi mi boyuyorsunuz?..
Hâmit, hiç renk vermeden, sormuş: