veren sayfaları vardı. Sadece, âşıkı İskendere kavuşmak
için müstevliye teslim olmağı cana minnet bilen ve Kişmir
Meliki olan kardeşi Eşber’i bu vatansızlığa teşvik eden
Sumru’ya karşı içimizde uyanan nefret hisleri bunu ispata
yeterdi. Hele:
«Namusumu böyle mahve müştak,
«Kimdir bu kadın? Nedir bu kaltak?
isyan ve tehevvürü karşısında biz de hırsımızdan köpürür,
«Var, gez kayalarda, dağda, kırda,
«Düş bir çukura, geber, kakırda!
Tehdid ve lanetini okurken, tıpkı Eşber gibi, biz de,
yumruklarımızı Sumru’nun hayaline çevirirdik. Böylece
Hâmidi okurken Sumru’yu kaç kere biz de hançerlemiştik!
O zamanlar da, gençliğin gazabı, yalnız vatan haini
Sumru’ları öldürürdü. Ne masum ve ne meşru katillik!
1908 den sonra Eşber’in temsilini de görmüştük. Silven’in
şakird-i marifeti Bürhaneddin, Raşid Rıza da beraber mi idi,
iyi hatırlıyamıyorum - Bu faciayı Şehzadebaşında Ferah
tiyatrosunda oynamakta idi. Bir keresinde ben de seyrine
gitmiştim. Ne temsil, yarabbi! Son tablo hiç gözümün
önünden gitmez.
Şehri Pençap, kulis aralarında yakılan mehtaplar alev alev
tutuşmuş. Gürültüler, patırdılar, haykırmalar, silâh sesleri!
Derken, sağ kulisten bir kira beygirinin üstünde İskender
sahneye çıkıyor. Arkasında ümerasından birkaçı! İskenderi
oynıyan, Atıf isminde bir genç aktördür.. Şimdi nerededir?
Ne olmuştur? bilmiyorum. Atıf’ın boyu yüksek; beygirin
üstünde dimdik duruyor ve başı, sahnenin tavanına
değiyor. Boyalı dekorlar gibi bu manzara da görülecek şey!
İskender, kendisine Sumru kadar âşık olan Rokzan’ı,