kültüre hizmet ediyorsunuzdur. Neticede Türkler, Arapların İslam adı altında
ürettikleri değerden yararlanan tek millettir. Bu değeri üreten Araplar, bunlardan
yararlanamamışlardır. Araplar, bunun hasedi duymaktadırlar.
“Kimlik üretemeyen, başkalarının fikirsel ürünlerinin taklid ederek
tekrarını yaparlar.”
Osmanlı’da Kimlik
Kimliksizlik
Osmanlı demek, kimliksizlik demekti. Sadece “Osmanlı” adı ile nominal bir kimlik
vardı, içi felsefe ile dolu reel kimlik yoktu. Aslında Osmanlı’yı oluşturan halk
kesimleri de dünyanın kimliksiz insanlarıydılar, çünkü hemen hepsi tarih
sahnesine geç çıkmış ve zamanın felsefesi ile başları hoş olmayan, yani düşünme
işlemini sevmeyen ve yapmayan insanlardı. Osmanlı’nın fethettiği ülkelerdeki
insanlar da genellikle kimlik üretememişlerdi. Nitekim Balkanları fethedebildi,
ama kimliği oluşmuş Batı Avrupa ülkelerini fethedememişti. Nitekim Osmanlı
ancak Balkan ülkelerinden devşirme yapabilmiş, daha ötedeki ülke insanlarından
yapamamıştı. Osmanlı, kimliksiz toplumlar için nominal da olsa kimlik kazanma,
sığınak ve güvenli bir liman fonksiyonunu görüyordu.
Osmanlı, özgün kimlik üretememişti. Çünkü filozofları yoktu. Özgün kimlik
üretmek yerine İslam’ın bedenle ve ağızla uygulanan ritüellerini; cami, minare
gibi göze hitap eden sembol ve simgelerini, Kuran ve mukabele okuma, ezan ve
sela gibi kulağa hitap eden motifleri kimlik olarak kullanmıştır. Fethettiği ülkeleri
de kimlik olarak bunlarla avutmuştu. Oralara götürebileceği kimlik felsefesini,
kültürünü ve dilini içeren bir tane kitabı yoktu. Onlar da kimliksiz kaldılar ve
bunun faturasını bugün bile ödüyorlar.
Aslında bu sembol ve simgeler hem Osmanlı’nın ürünleri değillerdi hem de orijinal
İslam’da yoklardı, Emeviler gibi sonraki iktidarların İslam dışı milletlerden alarak
iktidar için sonradan ürettikleri şeylerdi. Mesela minare Mecusilerden yani
ateşetapanlardan alınmıştı. Kuran’ın Arapçasını okumak, hatim indirmek ve
mukabele okumak gibi ritüelleri Yahudilikten almıştı. Hristiyanlardan aldığı
“ilmihal” kitapları ve bilgileri götürdü. Yahudilik ve Hristiyanlardan taklit ettiği
tapınakçılığı götürdü. Osmanlı fethettiği ülkelere bu sembolleri götürmüştü, oraya
götüreceği kendi ürünü bir kimliği hatta dili bile yoktu. Yani kafasal, özgün
düşünsel hiçbir şey götüremedi.
Sonuç
Osmanlı’da ve Türkiye’de Batı’ya Saldırı
Osmanlı, sürekli olarak Hristiyan dünyaya ya da Batı’ya saldırmıştır. Saldırırken
kullandığı gerekçe, “kefere ve fecere” söylemi olmuştur. Yani dinsel gerekçelerle
saldırmıştır. Halbuki onları saldırıya müstahak görülmelerinin nedeni dinsel değil,
felsefi ve bilimsel idi. Dolayısıyla medeniyetsel idi. Çünkü onlar bu alanlarda
ileride idiler.
Bugün de Türkiye, Batıyı ahlaki gerekçelerle kötülüyor. Halbuki Batı’yı saldırıya
müstahak gördüğü gerekçeler, ahlak kamuflajlı felsefi ve bilimseldir. Çünkü
onlar, bu ileri düzeye bizim ahlaksız dediğimiz ahlaklarıyla ama felsefe ve bilimle
gelmişlerdir. Türkiye, kendisinde bulunduğu ve onlarda yok olduğunu iddia ettiği
ahlakla onlara saldırıyor, felsefi ve bilimsel zaaflarıyla saldıramıyor. Üstelik