Dolayısıyla Yazı’yı felsefe ile uyum içine sokmak isteyen kimse, ister istemez
peygamberlere de, hayallerinden bile geçmeyen birçok şeyi yakıştırmak, bunları
onların ağzından Yazı’ya yerleştirmek ve peygamberlerin düşüncelerini ve
kastettikleri şeyleri yanlış yorumlamak zorunda kalacaktır.
Akıl ile felsefeyi, ilahiyatın hizmetkarı yapmaya kalkan kimse, eski ve geçmişteki
bir halkın önyargılarına tanrısal şeylermiş gibi geçerlik kazandıracak ve bunlar
aracılığıyla zihni ve ruhu teslim alıp körleştirecektir. Her iki taraf da saçmalık
peşindedir; bir taraf akla başvurmayarak, öteki taraf aklı kullanarak.
Örneğin Yazı, Tanrı’nın “Bir” olduğunu açık seçik söylemektedir. Ne var ki, bu
böyle olmakla birlikte Tanrı’nın, kendisinden ve peygamberlerin Ondan “Biz” diye
“çoğul” söz ettikleri birçok ifadeye rastlıyoruz. Çok sayıda tanrının var olduğu
anlayışına dayalı bir ifade tarzıdır bu. Bu çelişkiler metaforik (mecazi), imgesel
yoldan açıklanmalıdır.
Yine Tanrının cisimsiz olduğu söylenmekte ama O, eli olan ve konuşan cisimliymiş
gibi anlatılmaktadır. Bunlardaki çelişkiler, akılla yapılan imgesel (mecazi,
metaforik, imaginary, kurgusal, uydurma) olarak açıklamakla giderilebilir.
Akla ve kendi yargımıza güvenmemek müminlik ve dindarlık olarak anlaşılırken,
bize Kutsal Kitapları aktaranların güvenirliğinden şüphe etmek Tanrısızlık
sayılıyor. Ama işte bu akla ve kendi yargımıza güvenmemek dindarlık değil,
katkısız deliliktir. Böyle düşünenlerin huzurunu kaçıran nedir aslında? Bunlar,
insanların cahil kalması ve akıl ile mantıktan tamamen kopması için ellerinden ne
gelirse yapmaktadırlar. Çünkü onlara göre ancak bu şekilde, dinin ve inancın
savunulması mümkün olur. Bu durumda ise onlar, Yazı’ya güvendiklerinden daha
fazla ondan korku ve endişe duyuyorlar demektir.
Kutsal Kitapların tek derdi vardır o da, insanların itaat etmesidir. İnsanlar ancak
itaat etmekle mutlu olabilirler. Bunun doğru olup olmadığını akılla belirlemek
mümkün değildir. Bu nedenle neden onu kabul edelim ki? İlahiyatın bu itaat
anlayışını akla dayanmadan körü körüne kabul edersek, biz de budalaca
davranmış oluruz. İlahiyatın temel dogmaları, doğal ışıkla yani akılla açıklanıp
temellendirilmeye elverişli değildir.
VİZE SONRASI
İKİNCİ BÖLÜM
ONBİRİNCİ HAFTA
VAROLUŞÇULUK (Existansiyalizm)
Varlık Felsefesi
Varlık felsefesi, var olmanın felsefesidir. Var olma, tanrı dahil bütün varlıkların
sorunudur. Tanrı, varlığını kabul ettirmek için kendisinin varlığının ne olduğuna
dair paradigma anlatır. İnsan da var olmasının anlamını anlamaya hatta
kendisine varlık konsepti inşa etmeye çalışır.
Varoluşçuluk, esas olarak 17. yüzyıldan beri var olmakla birlikte, gerçek ününü
Jean Paul Sartre (1905-1980) ile birlikte kazanmıştır. Varoluşçuluğun, geriye
doğru gidildiğinde Fransız filozof Blaise Pascal (1623-1662)’a kadar uzayan bir
geçmişe sahip olduğu görülür. Bunun yanı sıra varoluşçuluğun argümanlarının bir
kısmı, nüve halinde ya da perspektif düzleminde de olsa çok daha öncelerde,