Eski dünyada (MÖ: Muhammed’den önceki çağlar)
krallar ve imparatorlar tanrısal güç sembolü olarak
“boynuzlu taç” giyerlerdi. Boynuzlar kutsal boğa kültünü
yansıtırdı. Mezopotamya’nın gökyüzü ve sema tanrısı
olan An (Anu) boynuzlu başlığı ile yöneticilik ve kraliyet
düşüncesinin kişileştirilmiş haliydi. Sümerliler onu An
diye adlandırırlardı.Yıldızlar onun askerleri, Samanyolu
ise onun kişisel yoluydu (Eliade)... İşte bu gök tanrısının
yeryüzündeki temsilcisi durumundaki kralların taktığı
taca eski çağlarda “Zülkarneyn” deniyordu. Zamanla
dinî anlamı unutularak her kralın alelade takdığı bir
“krallık armasına”dönüştü. Yandaki taş yazıt Akad
kralı Naram-Sin’e aittir...
Şu halde Zülkarneyn “iki boynuzlu taç takan krallardan biri” demektir.
Araplar bölge halkı olarak bu ismi bilirlerdi ve onlara yabancı değildi. Bu
ismi duyunca bir kraldan bahsedildiğini hemen anlarlardı... Nitekim “Gidin
Muhammed’e sorun. Eğer peygamberse Nuh tufanı, Ashab-ı Kehf ve
Zülkarneyn’i anlatsın da görelim” diyerek onu test etmek istemişlerdi. Yani
yaşlı Araplar şehyleri aşiret odalarında bu tür kıssaları
“menkibeleştirilmiş” şekliyle etraflarına anlatıp durmaktaydılar...
Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn kıssanın temel mesajının siyasi olduğunu
görüyoruz. Çünkü tarihten malzeme olarak seçilen olayın esas kişisi bir
kral, olaylar da krallık-halk ilişkileri ile ilgilidir. Buradan, yer, zaman ve
özel isimler verilmeyerek sonraki çağların tüm “kralları” ve “krallık
olayları” yani devlet, siyaset ve iktidar ilişkileri için evrensel mesajlar
verilmek istendiğini anlıyoruz: Yeryüzünde kendisine iktidar verilmiş bir
siyasal güç (o günkü çağlarda bir kral veya krallık) hangi değerlere göre
hareket etmelidir? İktidarın varlık gerekçesi nedir? Neye karışıp neye
karışmamalıdır? Hangi temel amacın “vesilesi” olarak kullanılmalıdır?
Kur’an, Zülkarneyn örneği üzerinden işte bu kadim sorulara yönelik esaslı
mesajlar veriyor.
Kur’an o günkü Arapların bildiği Zülkarneyn kıssasını, kişiye, zamana ve
mekana gömerek tarihselleştirmek yerine, zaman ve mekandan
soyutlayarak bütün zamanlar ve mekanlar için geçerli evrensel siyasi
felsefe dersine dönüştürüyor.
İkbal’in tabiriyle “590 yıldır donmuş” olan zihinlerimiz, çoğu kıssa da
olduğu gibi, aşiret odasında laflayan yaşlı Arabın yaptığını yaparak kıssayı
“menkibeleştirmiş”, insanlığın can yakıcı kadim sorunlarına “şifa” olan
asıl mesajını ıskalamışız. Çünkü biz şifadan okunmuş ayet anlarız. O
ayetleri muskaların içinden çıkarıp ortaya bir dökelim bakalım neymiş
şifa...
Şimdi, ayetleri muskaların içinden çıkarın, asılı durduğu duvarlardan
tozunu silerek indirin... Ey devlet ve iktidar sahipleri! Hastalığınıza şifa,
derdinize deva burada...