Kuran Kıssalarından Ne Anlamalıyız

(Arzum) #1

korktuklarının bir gün başlarına geleceğini onlara göstermek ister (Kasas;
5).
Şunlar da Kur’an’da sürekli korunan, kollanan, durumlarının düzeltilmesi
için zekat, sadaka, infak, karz-ı hasen çağrıları yapılan, Allah’ın kendisini
onların yerine koyarak, onların sesi ve soluğu olarak konuştuğu
“alttakiler”dir. Kitabın asıl sahipleri bunlardır. Bunların Kur’an’ın hiçbir
yerinde yerildiğini, aşağılandığını, hor ve hakir görüldüğünü görmedim.




CEV’ÂN: “Açlar” demektir. “Altta” olmaktan öte en “dipte” olanlardır.
Açlık tehlikesi söz konusu olduğundan ölümle yüzyüzedirler. Bu açıdan
bütün her şeyi bırakıp buna yönelmek birinci dereceden bir görevdir.
Malum, kıssaların anasında (Adem kıssası) Allah’ın istediği dünya (cennet),
kimsenin “aç” (yeme-içme ihtiyacından mahrum), “çıplak” (giyinme ve
barınma ihtiyacından mahrum), “susuz” (yaşamı sağlayan diğer temel ve
zaruri ihtiyaçlardan mahrum) olmadığı ve “yanmayan” (saldırı
tehditlerine karşı güven içinde) bir dünyadır. (Taha; 20/118-119). Fakat
bu bir takım muhterislerin kendi eleriyle yaptıkları yüzünden
gerçekleşememektedir.
Kur’an bir ülkenin açlık ve şiddetli yoksulluğa düşme sebebini şöyle
açıklar: “Bir ülke düşünün; halkı güven ve huzur içinde yaşıyor. Bolluk ve
refah içinde yüzüyorlar. Derken Allah’ın nimetlerini inkar ediyorlar.
Yaptıklarına karşılık Allah da onları açlık ve korkuyla tanıştırıyor.” (Nahl;
16/112).
Onların yaptıkları neydi ki açlık, yoksulluk ve korkuyla tanıştılar (tattılar)?
Bunu anlamak için Kur’an’ın dünyasında özel bir anlama sahip “Allah’ın
nimetlerini inkar etmek”tabirini iyi anlamak lazımdır. Bakın aynı sure
içinde bu nasıl açıklanıyor: “Zenginler (rızıkta üstün kılınanlar) mallarını
‘Arada fark kalmaz, eşit hale geliriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar.
Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?” .” (Nahl; 16/71).
Demek ki bir ülkede açlık ve yoksulluk “kavmin zenginlikten şımarmış
ileri gelenlerinin” yani “üsttekilerin” mülkiyet hırsıyla “alttakiler” ile
eşit hale gelmek istememeleri yüzünden olmaktadır. Bu durumun sürüp
gitmesi Allah’ın nimetini (rızık ve rızık kaynaklarını) inkar ve halka karşı
işlenmiş bir suçtur.
Bugün için açlık ve yoksulluk Kur’an’ın mantığı açısından birince dereceden
bir sorundur. Bütün her şey bundan sonra gelir. “Açlık, korku ve
ürünlerden eksiltme ile imtihan edilme” sanıldığının aksine, Allah’ın
bunları kullarına musallat edip “Bakayım ne yapacaklar?” diye gökten
olup bitenleri seyretmesi değildir. Bilakis rızık ve rızık kaynaklarını
mülkiyetlerine geçirerek açlık ve yoksulluğa neden olanlar engellenmezse
bunların sürüp gideceği, belamızı kendimiz istediğimiz için Allah’ın da bunu
bize tattıracağının varlığın (hayatın) diliyle konuşularak hatırlatılmasıdır...
FUKARÂ: “Fakirler” demektir. Kök olarak “Omurga kemiği kırılmış”
manasındadır. Türkçe’de “fıkra” da aynı kökten. Bu durumda “fıkra
anlatmak” yazı gibi tüm ayrıntıları içermeyen, kırılmış omurga gibi
atlanmış, kırık anlatım demek. Eskiden köşe yazarlarına “fıkra muharriri”
denirdi. Yani anlatımı zayıf, konularını derinlemesine ele almayan,
üstünkörü yazan manasında. Arap zayıf deveye de “fakr” demiş...

Free download pdf