amacıyla ortalığı mabet doldurmak, İslam’ı tahrif etmek ve kurgusal din
uydurmaktır..”
Muasır Medeniyet Seviyesi
Türkiye’de sıklıkla söylenen söz, “çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak”
sözüdür. Fakat şu bilinmelidir ki, bunu başarabilmenin yolu, öncelikle din
alanında çağdaş algıya ulaşmaktan geçer. Din algısı eski kaldığı sürece bu hedefe
ulaşılması söz konusu olamaz. Üstelik din algısı konusunda ilkelliğe doğru dozaj
artırılarak geri gidildikçe bunu başarmak imkansızlaşır. Kanunlarda suç yapılan
ilkel bağırmayı, stereolu ve ekolu milyonlarca hoparlörle ve aşırı ses tonuyla
bütün ülke çapında ezan ve sala bahanesiyle dinin omurgası yapıp sürdürmek,
muasır medeniye seviyesinden uzaklaşıldığının gösterenidir.
“Muasır medeniyet, terabit kafanın işidir. Kilobit kafa ile terabit işlere
soyunulamaz.”
İslamofobi ve Türkiye
Türkiye, muasır medeniyet seviyesine hatta üzerine çıkmaktan söz ederken,
insanlık Türkiye’nin İslamofobisine kapılmıştır. İlk felsefenin doğuşundan sonra
gelen Hristiyanlığı, kamusal yapan organize Katolik Kilisesi tarafından felsefe bin
beş yüz yıl sekteye uğratılmıştı. Bu döneme, ardından gelen Aydınlanma çağı,
“karanlık çağ” adını vermişti. Felsefe, kamusal dini aştıktan sonra tekrar
doğabilmişti. O nedenle önce bunu aşmakla boğuştu. İnsanlıkta, Aydınlanma ile
gelen ikinci felsefe çağından sonra tekrar felsefeye düşman bir karanlık çağın
geleceği ve felsefeye tekrar sekte vuracağı endişesi vardır. Bu sekteyi,
Türkiye’nin vuracağını düşünmektedir. Çünkü Türkiye hem hala felsefeye
düşmandır hem de ortaçağın Katolik Kilisesi gibi, İslam’ı kamusal yapıp organize
ve kurumsal hale getiren tek ülke görünümündedir. Organize ve kamusal dini,
insanlık, felsefenin önündeki en büyük engel gördüğünden İslamofobiye
kapılmaktadır.
Türkiye’de İlahiyatlar
Toplumun dinsel olduğu Batı’da insanlığı çağımızın akıl çapına getirenler,
düşünme işlemi yaparak dinsel düşünmeyi ve mevcut din anlayışını aşan din
alimleridir. Türkiye de, çağı yakalamak ve bundan sonra var olmak istiyorsa,
çağımızı yakalamış ilahiyatçılar yetiştirmek zorundadırlar. Bu ilahiyatçılar
öncelikle çağımızın kurum, kuram, sistem ve değerleri iyice öğrenmelilerdir.
Ardından zor olan, çağımızın akıl çapına ulaşmalıdırlar. Ardından başta dini sonra
da toplumu çağdaşlaştırmalıdırlar. Fakat Türkiye ilahiyatı, bunları yapamadığı
için, işin kolayını seçerek, bin yıl önceki akıl çapını ve fikirleri din diye günümüz
toplumuna dayatmaya çalışıyor. Kuran’ın özünü ve ruhunu kavrayamadığı için
onun kabuğu ile boğuşuyor. Kuran’ın kabuğu değil, karakteri bilimsel ve felsefi
metotlarla tanınmalıdır.
“Dinsel toplumlarda çağdaşlaşma, ancak arkaik din algısını aşmış ve
çağdaş teolojiyi kavramış din alimleri ile mümkündür.”
SONUÇ
Dinin kamusal olması, insanlığın bireyliğe ulaşmadığı dönemlerin ürünüdür.
Sekülerleşme, çoğulculaşma, bireyleşme ve öznelleşme gibi her alanda yeni
icatların yapıldığı çağımızda özel dine geçilmiştir. Bu gelişmelerin dünyanın her
insanına yayıldığı ve geleneksel kurumların her geçen gün bir bir yok olduğu bir