Ama teolojik düşüncenin özüne en tehlikeli ve en duyarlı meydan okumalar
esasen, beşeri (insani) bilimler, özellikle de sosyolojinin iki öncül bilimi olan tarih
ve psikolojiden gelmiştir. Tarih; Tevrat ve İncil’i oluşturan kitapların farklı
kaynaklarının bulunduğunu, yani Tanrı’dan olmadıklarını tespit etmesidir. Hz.
İsa’nın hayatı hakkındaki rivayetlerin çelişkilerini ortaya koymuştur.
Tarihin tespit ettiği bu çelişkilerden yola çıkarak; özellikle Freud’dan sonraki
Psikoloji; dinin, insan arzu ve ihtiyaçlarının görkemli bir yansıtması (projection)
olduğunu ortaya koymuştur.
Tarih ve psikoloji, ikisi birlikte, teolojiyi tam anlamıyla bir izafilik/görecelik
girdabının içine çekti. Ama tarihinkiler, psikolojinin iddialarına göre daha ciddidir.
Sosyolojinin, teolojiye meydan okumasının en göze batan tarafı; sosyolojik
araştırmanın, ilahiyatçıya, kendisinin çağdaş toplumda bir çağdışı azınlık statüsü
işgal ettiğine ve bu statüye mensup olduğuna dair bir duygu vermesidir.
Aslında bu azınlık, sırf ilahiyatçıdan oluşan bir azınlık olmayıp daha çok, bilgi ve
kavrayış aykırılığından ortaya çıkan bilinçsel bir azınlıktır (cognitive minority).
Yani dünya görüşleri, içinde bulundukları toplumun genel olarak kabul ettiği
görüşlerden alabildiğine farklılık arz eden bir topluluk. Başka bir deyişle bu, içinde
bulunduğu toplumun kabul ettiği bilgiden aykırı bir “bilgi” kümesi etrafında oluşan
bir topluluktur.
Sekülerleşme
Berger’in üzerinde durduğu önemli bir başka konu, din ile çağdaşlık ve din ile
sekülerleşme (dünyevileşme) arasındaki ilişki sorunudur. “Kutsal Şemsiye” adlı
eserinin ikinci bölümü tamamen Din Sosyolojisinin en önemli ve gözde konusu ve
problemi olan dünyevileşmeye ve onun fenomenolojik sosyolojisine ayrılmıştır.
Ona göre, dünyevileşme, çoğulculuğun ikiz kardeşidir. Yani sekülerleşme yoksa
çoğulculuk da yoktur. Ne gariptir ki, Batıda Protestanlık hem dünyevileşmeyi
doğuran sebeplerden biridir hem de onunla mücadele eden.
Dünyevileşmenin kökenleriyle ilgili çok farklı teoriler vardır. Bunları dini, felsefi ve
sosyolojik olarak sınıflandırmak mümkündür. Dini açıdan, Kitabı Mukaddes’in
takdim ettiği Tanrı anlayışı ve Yahudiliğin tarihiyle çok yakın bağlantılıdır. Felsefi
açıdan, bilimsel akılcılık ve modern bilimin etkisi nedeniyledir. Sosyolojik açıdan
ise sanayileşme, şehirleşme ve toplumsal çevrenin çoğulculuğu gibi bir dizi etkeni
sıralamak mümkündür.
Din sosyologları sekülerleşmeyi genel olarak şöyle tanımlarlar: Daha önce
egemen olan birtakım dini ve ideolojik düzen kalıplarının artık ayırt edici bir
nitelik olarak,motivasyonun ve davranışın etkin bir kaynağı olma işlevini
görmemesidir.
Sekülarizasyonla biz; toplum ve kültür alanlarının dini kurumlar ve sembollerin
egemenliğinden çıkarıldığı süreci kast ediyoruz. Sanat, felsefe ve debiyatta dini
içeriklerin kayboluşudur. Hepsinden önemlisi, bilimin dünyada özerk ve tamamen
seküler bir bakış açısı olarak yükselişidir. Böylece bu süreç, kültürel ve düşünsel
hayatın tamamını etkisi altına alır.