Orada öylece uzanmış kurtarılmayı bekliyordun, dilin uyuşmuştu
Ve “daha fazla aşk yok” diye sayıklıyordun, daha fazla aşk yoktu
Karanlığın içinden uzanıp gözlerine baktım, gözlerin kaymıştı
Gözlerin döl lekeli bir çarşaf gibi soluktu ve sarıya çalıyordu
Makineli tüfeklerin arasından sürünerek geçtiğimi hatırlıyorum
Yığılıp kaldığın yere varıncaya dek cehennemi tam dört kez tutuşturdum
Yeniden ve yeniden, yeteri kadar sıcak olduğundan emin olana dek
Ve sonunda hiçbir şey kırılmayacak kadar esnekti, tıpkı bir lav gibi
Her şey yolunda, derken yalan söylüyordum, çünkü ölüyordun
Sexton’ın söylediği gibi, “yanan bir binada yazılan aşk mektubuydu”
Zindan gibi karanlık, çığlıkları ve gözyaşını geçtikten sonra bitiyor
Canlı zihinlerdeki tüm düşünceleri duyuyormuşçasına gürültü başlıyor
Bir sürüngen gibi evreni geçiyor ve tanrının iskeletini görüyorsun
Kendi kendini kemirmiş bir kırkayak gibi, başı ve sonu birleşmiş
Müziği ve ışığı parçacıklarına ayırıyor sonra, öğütülmüş bir boşluk
Derisindeki mikropla toprağı kirleten bir cesede dönüşüyorsun
Ve sonunda nihayet tüm renkler solup gidiyor, hepsi o
Şimdi
Işığın, sesin ve mekanın olmadığı bir zamanda, belirsiz bir zihnin içindeyim
Sen ve senden önce ölüp gidenler burada benimlesiniz, nasıl bildiğimi bilmiyorum
Seninle ilgili şeyler geçiyor aklımdan, Sexton, Burroughs ve Sokrates ile ilgili şeyler
Nova patlamasındaki açgözlülük ve radyasyona bağlı bitkinlik ve daimi karanlık var
Şeytanı pişirerek ve bir enjektörün içine çekerek yaratıyorum, dişlerimi avcuma tükürüyorum
Gölgeleri takip ediyorum, materyalist gölgeleri ve demir bir kıskaçla yakalıyorum nefesi
Sanırım yakında intihar edeceğim